26 Şubat 2014 Çarşamba

ROMA

Görkemli sarayları, sanat eserleri, yüzyıllık kiliseleri ve zengin tarihi ile birçok turist alan dünyanın en gezilip görülesi şehri olan Roma'dan söz etmek istiyorum.
Yazın gitmiştim Roma'ya. Hava güneşli ve sıcak, her yer cıvıl cıvıl insan kaynıyor. Gezilecek ve keşfedilmesi gereken birçok köşe bucak olunca aşık olmamak mümkün değil bu şehre.
Buraya da ulaşımım Trier'den Frankfurt Hahn Havaalanı'ndan oldu. Bu havalimanını çok kişi bilmez, bizim bildiğimiz o büyük Frankfurt havalimanı değil burası. Çok uygun uçak biletlerinin bulunabileceği ve uçaklara çoğunlukla istediğin yerde otur mantığında olan, değişik bir tecrübe oldu benim için:) Öğrenciyken cazip geliyor tabi bu gibi tecrübeler.
Şehir içi ulaşımla ilgili ise hiç zor olmadığını belirtmek isterim. Bilinenin aksine o kadar kalabalık ulaşımda bir aksamaya sebep olmuyor. Gerçi biz 'smart' marka araba kiralamıştık ama...
Gezilecek yerleri ise şu şekilde sıralayabilirim: Elbette Aşk Çeşmesi (La Fontana di Trevi) ilk sırada yer alıyor.
Dünyanın en meşhur çeşmesi olduğunu zaten biliyoruz. Her gün yüzlerce, binlerce turist buraya tekrar geleceklerine inanarak bozuk para atıyorlar, ancak birçok kişi de başkaları attığı için atıyor. Sürüye biz de uyalım psikolojisi:) Bir tür efsane olmuş bu inanç. Atılan bozuk paraların ise evsizlere verildiği söyleniyor. Aşk Çeşmesi, Poli Sarayı'nın bir kenarında bulunmaktadır ve çevresinde alışveriş yapabileceğiniz birçok mağaza bulunmaktadır. Meşhur roma dondurmasını da, hatta en güzelini, yiyebileceğiniz dondurmacı da burada bulunmaktadır. Ayrıca Aşk Çeşmesi'nin ana temasının 'deniz' olduğu söyleniyor.
Roma'ya gidip de buraya uğramamak olmaz tabi...

Kolezyum (Collesium) da ziyaret edilmesi şart olan bir yer. 2007 yılında dünyanın 7 harikasından biri olarak seçildiğini hatırlatmak isterim. İmparatorları eğlendirmek için düzenlenen çeşitli gösteriler burada yapılmıştır, bu gösterilerin en bilineni ve popüler olanı ise gladyatör savaşlarıdır. Collesium'un önünde sıra beklerken gladyatör kıyafetleri giymiş kişilerle para karşılığı fotoğraf çektirmek de mümkün. Sıranın çok uzun olduğunu hatırlıyorum, yaklaşık 40 dakika bekledik. İçeriye girdiğinizde elbette gladyatör filmi gibi olmuyor bir kısmı yıkılmış veya tadilat yapılıyor oluyor. Ancak yine de Roma İmparatorlu'ğunun simgesi olması burayı önemli kılıyor.













Bir de İspanyol Merdivenleri (Spanish Stairs) var görülmesi gereken. Aslında sıradan merdiven burası ama orayı özel kılan şey merdivene oturup dinlenen bir kalabalığın olması. İsminin nerden geldiğiyle ilgili ise, merdivenlerin yukarısında yer alan İspanyol Büyükelçiliği'nin bulunmasından alıyor. Yine de bu kadar bilindik ve turistler arasında popüler olmasını gerektirecek bir numara yok. Aslında merdivenlerin hemen karşısında dünyaca ünlü markaların (Gucci, Dolce Gabbana, Dior, Cartier gibi) bulunduğu ünlü alışveriş caddesi olan Via Condotti (Condotti Caddesi)'nin daha popüler olması gerektiğini düşünüyorum. Merdivenlerin yukarısından kısmen de olsa Roma manzarasını görebiliyorsunuz. Gidildiğinde yine de görüp hatıra fotoğrafı çektirmenizi tavsiye ederim.















Hükümet binasının ihtişamını da paylaşmadan geçemeyeceğim. Benim orada bulunduğumda tadilat yapılıyor du..





 Vatikan muazzam bir yer. Mutlaka görülmesi gerektiğini düşünüyorum. Orası hakkında ne yazsam ne paylaşsam o güzelliği tarif edemez, ancak gördüğünüzde bu mubalağanın manasını anlayabilirsiniz.










Paylaşmak istediğim diğer fotoğraflar ise;













25 Şubat 2014 Salı

LUXEMBURG

Luxemburg Batı Avrupa'da bulunan ve denize kıyısı olmayan küçük bir devlettir. Başkent adı ise yine Luxemburg'dur. Ülkede anayasal krallık sistemi vardır. Konuşulan diller ise Luksemburgça, İngilizce ve Almanca'dır. Bu üç dil buranın resmi dilleridir.





Trier'de üniversite okuduğum esnada yine haftasonumu verimli geçirmek adına gidip görmek istediğim bir yer oldu. Trier'de yaşayan insanların bir kısmı Luxemburg'da çalışıyor. Ulaşım ise trenle yaklaşık 30 dakika sürüyor.
Bir haftasonu gezisi ile keşfedebileceğiniz bir şehir olduğunu ve uzun bir tatil ayarlanmasının gerek olmadığını belirtmek isterim. 
Luxemburg'un bir vadide kurulmuş olduğunu ve vadinin içinde park ve yürüme yolları ve nehir olduğunu da paylaşmak isterim.



Hatta vadiye iniş çıkış için bazı noktalarda asansör kullanılıyor.
Benim gittiğim tarihte şehir merkezinde 'Weihnachtsmarkt' yani noel kermesi kurulmuştu ve kalabalıkla birlikte çok güzel görünüyordu. Noel zamanı sıcak şarap ise bu kermeslerin olmazsa olmazıdır.

Luxemburg'un diğer bahsetmek istediğim özelliği ise finans merkezi olmasıdır. Caddelerde gördüğüm tüm arabalar lüks kategoride yer alan arabalardı. 

Luxemburg'a İlkbahar'da gelmenizi tavsiye ederim, soğukken hiç çekilmiyor çünkü.











HEIDELBERG

Heidelberg, güneybatı Almanya'da bulunan bir şehirdir. Almanya'nın en eski üniversitesidir Heidelberg Üniversitesi. Bu şehre gitme sebebim tamamen tesadüf oldu ama iyi ki gitmişim diyorum. Almanya'da okurken, her hafta sonu bir yere gitme planları yapıyorduk. Öyle ya zaman geçiyor ne kadar çok gezersek kardır. Adını daha önce duymadığım bir şehir idi ve gezip gördükten sonra internette yapılan yaygın bir yorum olan 'Romantik Şehir' yorumuna kesinlikle katılıyorum. 
Kentin tarihinin antikçağ Roma İmparatorluğu dönemine uzandığı bilgisini edinmiştim. Heidelberg Üniversitesi ise 1386 yılında kurulmuş.
Heidelberg deyince akla ilk gelen Heidelberg Sarayı'dır ve görüntüsü ise muhteşem ve ihtişamlıdır.



Fotoğrafları çektiğim köprünün adı ise Carl-Theodor Brücke'dir (Köprüsü). Bu köprü Neckar Nehri üzerinde bulunur ve 1248'de inşa edildiği söyleniyor. Halk arasında bu köprüye 'Alte Brücke' yani eski köprü denmektedir.




Nehir kıyısında yürüyüş yapmak gerçekten çok keyifli oluyor. Kent çok sayıda turist çekiyor. Benim Heidelberg'de bulunduğum mevsim İlkbahar'dı ve hava kapalı olmasına rağmen yeşilin her tonu, tarihi mekanları ve özellikle de küçük tren vagonuna benzeyen ve Bergbahn adı verilen tramvay ile Schloss yani saraya tırmanmak çok keyifli ve farklı bir tecrübe oldu benim için. Bir de tramvay bileti satan bayan türk çıkınca bizden para da almadı saolsun:) 





Manzarayı yukarıya çıkarken izlemek çok keyifliydi.
Ben ki kale, kilise gezmekten çok gittiğim yerlerde şehrin hareketli yerlerini keşfetmeyi seven biri olarak Heidelberg'de gezdiğim kale beni hiç sıkmadı aksine çok keyif aldım. Sanırım bu manzara keyifli olmasına sebep olan.
Almanya'yı severim ama o bunaltıcı kapalı havası ve insanların yüzündeki mutsuzluk ifadesi bana hep 'bu ülkede maksimum 1-2 yıl yaşanır' diye düşündürüyordu ancak Heidelberg bana sanki Fransa'da bulunan bir kent gibi geldi. Yani bizde yer eden Almanya imajından biraz daha farklı ve burada yaşayan insanlar da daha bir güleryüzlü idi.
Aşağıda yer alan fotoğraflar kalede çekilmiştir. Bazı yerleri yıkılmış olmasına rağmen görmeye değer diye düşünüyorum. İçinde dünyanın en büyük ahşap fıçısı sergileniyormuş ancak ben böyle bir bilgiyi oradan ayrıldıktan sonra edindim dolayısıyla fotoğraf çekemedim.





İkinci Dünya Savaşı'nda birçok Alman şehri bombalanmış olmasına rağmen bu şehri bombalamaya kıyamamışlar yorumunu yapmaktan alıkoyamıyorum kendimi. Bu arada Almancası olmayanların endişe yapmasına gerek yok çünkü şehirde fazla sayıda Amerikalı gördüğümü ve onların da turist olduğunu düşünüyordum ancak sonradan bu kentte fazlaca Amerikalı'nın da yaşadığı bilgisini edindim. Dolayısyla, Almanya'nın pek çok kentinde olduğu gibi Heidelberg'de de İngilizce anlaşabilirsiniz.
Bir de Bismarc Meydanı'ndan fotoğraflar paylaşmak istiyorum. Bu kentten hala bahsederken kendimi 'elinde şarabın arkadan slow motion bir müzik, insanlar huzurlu ve telaşsız' bir yer hayal edin demekten alıkoyamıyorum. Belki bu yorum çok klişe ama bende bıraktığı iz bu oldu. Hatta birgün Almanya'da yaşamam gerekirse üniversite okuduğum şehir Trier ve Heidelberg'i tercih ederdim.
Bu arada ben Heidelberg'de konaklamadığım için otel fiyatları konusunda bilgi veremeyeceğim, hiç araştırmadım da açıkçası.




Ara sokaklardaki güzellikleri de keşfetmek güzel oluyor tabi. Özellikle hava güzel olduğunda merkezdeki restaurantlarda yemek yemek (özellikle biftek öneriyorlar) ayrı bir keyif oluyor. O güzellikte bir yerde o kadar şık cafe ve restaurantta oturup da rakı keyfi yapamamak tabi içimde yer etti ama şarap keyfi de fena olmadı:)
Yukarıda fotografı bulunan Hotel zum Ritter adındaki bu bina hala faaliyette olan bir otel binasıdır ve bina çok eski olduğu için konaklama oldukça pahalıya mal oluyormuş. Bina şehir için o kadar özel ve turistik ki magnetlerini görmek bile mümkün ve her turist binanın özelliğini bilmiyor olsa bile mutlaka fotoğrafını çekiyor. Ben de o turist tayfasındanım diyebilirim çünkü sadece güzel ve gotik göründüğü için çektim fotoğrafını.
"Sıkıcı" diye nitelendirilen Almanya'da farklı bir şehir keşfetmek isteyenlere Heidelberg şehrini tavsiye ediyorum. Bir gün geçirmiş olmama rağmen gezdiğim birçok şehire göre daha çok iz bıraktı bende. Bir gün mutlaka tekrar ve bu kez eşimle gitmek istediğim bir şehir.
Son olarak ise S-Bahn trenleri ile Mannheim'ın 15 dakikalık ve Frankfurt'un ise 2 saat uzaklıkta olduğunu yazmak istedim. Otel rezervasyonları için expedia.de yada expedia.com'u kullanabilirsiniz.

Bir daha gidebilmek ümidiyle...